Adam, eşini çok seviyordu ama bir o kadar da kıskanıyordu. İş yerinde yemek verildiği halde her öğlen uzun yolu göze alarak eve gidiyor, eşiyle yemek yiyordu. Kadın, eşinin yalnızca yemek yemek için geldiğini düşünüyor, bu davranışı bir sevgi göstergesi olarak görmüyordu. Ancak bilmediği bir şey vardı: Adam, onu denetliyordu. Bu bilinmezlikle uzun süre birlikte yediler yemeklerini.
Bir gün, adam eve geldiğinde eşini bulamadı. Kapıyı açtı, seslendi ama cevap alamadı. Akşam olduğunda evin içinde ümitsizce dolanıyordu. Sabah olduğunda ise kesin kararını vermişti: Boşanacaktı. “Kesin aldatıyor beni,” diye düşündü. Hemen avukat bir arkadaşına giderek dava açtırdı. Eve döndüğünde eşine ait ne varsa attı; fotoğrafları yırttı, elbiselerini yaktı, takılarını eskiciye verdi. Geride yalnızca bir sevgililer günü kartı kalmıştı. Kartın üzerinde “Hep seninim… Hep senin kalacağım…” yazıyordu. Adam bu karta uzun uzun bakarak içindeki öfkeyle içki içmeye başladı.
Tam o sırada telefon çaldı. Adam telefonu açtı.
- ADAM: Buyrun?
- TELEFONDAKİ: İyi günler beyefendi, …….. beylerle mi görüşüyorum?
- ADAM: Evet, benim.
- TELEFONDAKİ: Ben ……….. Hastanesi’nden arıyorum. İki gün önce yaralı bir kadın getirdik ve bugün kendine geldi. Sizin adınızı verdi. Acil gelebilir misiniz?
Adam, bulunduğu yere yığıldı. “Yanlış duymuş olmalıyım,” diye düşündü. Sonra içinden “Kesin sevgilisi dövdü,” dedi. Gitmekle gitmemek arasında bocaladı ama sonunda karar verdi: “Yüzüne tükürmeliyim!” Devamını oku