“Erken yaşta emekli oldum,” diye başladı anlatmaya. “Emekli olmadan önce evimi, arabamı almıştım. Dört çocuğum var, onları da evlendirmiştim.”
Gözleri yere düşmüş, sessizce devam etti. “Bir ben, bir hanım, bir tas çorba, bir tas yoğurt, biraz turşu… Gahersiz (kahırsız) bir şekilde ayaklarımızı uzatıp yaşıyorduk. Ama ne yaşımız ne de yasımız vardı, şükürler olsun. Hanım gezmek isterdi, ‘Ne işimiz var,’ derdim. ‘Paramız var, elimiz ayağımız tutuyor, şu kaplıcalara gidelim,’ derdi, ‘Yok,’ derdim. ‘Şöyle bir yürüyelim,’ derdi, ‘Yok,’ derdim. Beş lira harçlık isterdi, iki lira verirdim. Nedenini bilmem, onun istediği kanalı bile açmazdım. Son beş altı yıldır da onunla uyumazdım. Telefonla konuşsa, ‘Uzatma, kapat,’ derdim. Bir komşuya hamur pişirip vermek isterse, gürültü çıkarırdım. Ve güya o, benim ‘can yoldaşımdı.’ O bana ‘can yoldaşımdı,’ ama meğer ben öyle değilmişim. Devamını oku