Hiçbir şey demeden benim sakinleşmemi bekledi. Bir vakitler birlikte oturduğumuz evden içeriye girince bu evin kokusunu bile özlediğimin farkına vardım. Biraz sohbet ettikten sonra karıma bu kızın kim bulunduğunu sordum. Karım, onun bir de on beş yaşında bir abisi bulunduğunu, şu anda okulda bulunduğunu, onları sokaklarda yatarken bulup yanına aldığını, ikisinin de çok iyi çocuklar bulunduğunu ve tüm mal varlığını onlara paylaştırdığını söyledi. “Mallar ölünceye kadar benim, ben öldükten sonra da onların olacak” dedi. Bir gün bile benim kısırlığımı yüzüme vurmayan bu asil bayan, benim egoistçe ondan çaldığım annelik duygusunu bu şekilde tatmin etmiş ve çok büyük bir sevaba da girerek yaşlılığında ona bir bardak su verecek evlatlara sahip olmuştu. Benim sırf şeyimin keyfi görülsün diye bir o….ya yedirdiğimi onca parayı malı mülkü bu asil bayan hayır işlerinde kullanmıştı. İçimden ne kadar küfür biliyorsam kendime ettim. Akşam olmuş, gitme zamanı gelmişti. Mutfaktan mis gibi lahana sarmasının kokusu geliyordu, canım çekti ama hiç belli etmedim. ‘Gitme bizimle kal’ dese seve seve kalacaktım ama demedi. Sadece ‘ara sıra ara, sağlığından haberdar et’ dedi. Onun da bir bayanlık gururu vardı ve hiç hak etmediği durumda ben onu hiç acımadan incitmiştim.
Kuyruğumu kıstırıp bin bir pişmanlıkla oradan ayrıldım. Oradan ayrılmadan evvelce karım elime bir poşet tutuşturdu ve ”lahana sarmıştım sen seversin götür afiyetle ye” dedi. Yaşıma başıma bakmadan yaptığım o büyük Hatayı şimdi yaşamta bir başıma kalmakla ödüyordum. Evet, ben bunu hak etmiştim. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuştum…